turkteamhackblog
  Bölücü Terörle Mücadele
 
Türkiye'nin başarılı bir mücadele yürüterek kökünü kurutmayı başardığı bölücü terör, yaşanan süreçte yeniden hortlamaya başlamıştır. Bu nedenle, güvenlik kuvvetlerimiz kayıplar vermektedir. Aslında bu durum yeni değildir. 2005 yılında da terör eylemlerinde bir artış meydana gelmiş ve bölgede sağlanan istikrar ve huzur ortamı büyük zarar görmüştü. Bu yılın yaz aylarında, bu üzücü durum maalesef devam etmektedir. Çünkü, örgütün saldırılarına en elverişli dönem, bölgedeki karların erimesi ile başlayarak, yaz aylarında yoğunlaşmaktadır. Bölgenin sert iklimi ve engebeli arazisi kış aylarında saldırıları büyük oranda zorlaştırmaktadır. Bu sebeple teröristler sert geçen kış aylarını, çeşitli bölgelerdeki kamplarında “uyku modunda” geçirmekte; eğitim ve beyin yıkama faaliyetleriyle, bir sonraki dönemin saldırılarına hazırlanmaktadırlar.

Geçtiğimiz yıldan itibaren, örgütün yeni taktikler geliştirdiğine tanık olduk. Zira artık, karakollara yönelik saldırılar nispeten azalmıştır. Bunun yerine, uzaktan kumandalı patlayıcılar bölgenin ulaşım ağını sabote etmek için, pek çok saldırıda kullanılmıştır. Yüksek tahrip gücüne sahip C-4 tipi plastik patlayıcılar hem kara ve hem de demiryoluna yönelik saldırılarda kullanılan temel düzenek olmuştur. Bundan maksat, Güvenlik güçlerimizi bölgenin stratejik önem taşıyan ulaştırma ağının çevresinde toplayarak, kırsalda daha az sayıda kuvvet bırakılmasını sağlamaktır. Bu durum, terör örgütüne kırsalda inisiyatif sağlayacak ve yeni olanaklar kazandıracaktır. Bu sebeple, üstün harekat yeteneğine sahip timlerin, kırsalda sürekli hareket halinde olarak, terör örgütüne göz açtırmaması gerekmektedir.  
 
Gerilla savaşları için “mobile warfare” yani “hareketli savaş” nitelemesi kullanılmaktadır. Gerilla gruplarının avantajı; esnek bir yapıya sahip olmaları ve kendilerini arazide hemencecik kaybettirebilmeleridir. Güvenlik güçlerimizin havadan taşınma kapasitesinin arttırılması ve gece uçuşu yapabilen helikopterlerle teçhiz edilmeleri bunu önlemek içindi. Özet olarak şunu söyleyebiliriz: Güvenlik güçlerimizin belli merkezlerde toplanmaksızın araziye yayılarak, hiç ummadıkları yer ve zamanda terörist grupların karşısına çıkması, mücadeledeki etkinliğini artıracaktır.  
 
Türkiye'deki PKK terörünün hem iç ve hem de dış boyutları bulunmaktadır. Örgütün yurt içinde militan ve sempatizanları olduğu gibi; geçmişte İran ve Suriye teröristleri destekleyerek, ülkelerinde kamplar kurmalarına izin vermiştir. 1998 yılında terörist başı Öcalan'ın Şam'dan çıkartılması konusunda, Suriye ile Türkiye arasında savaşa varabilecek derecede bir gerginlik yaşanmıştır. Sonuçta, Türkiye'nin kararlı tutumu neticesinde Suriye geri adım atmak durumunda kalmıştır. Suriye'nin terör örgütüne yönelik tavrındaki değişikliğin diğer sebepleri; Hafız Esad'ın ölümüyle oğlu Beşar Esad'ın iktidara gelmiş olması ve bundan daha da önemlisi, Ortadoğu bölgesinde oluşan yeni siyasi konjonktürdür.  
 
Hatay konusunda ve su sorunu konusunda sertlik yanlısı ve Türkiye'ye karşıt bir tavır sergileyen Hafız Esad'ın ölümünden sonra iktidara gelen Beşar Esad; hem Suriye'nin gücünün bu hedeflere ulaşmak için yeterli olmadığını fark etmiş, hem de Irak işgali sonrasında ABD'nin hedef listesinde olduğundan, Türkiye gibi ABD'nin bölgedeki önemli bir müttefikiyle iyi geçinmenin Suriye'nin yararına olacağını değerlendirmiştir. Bu sebeple, son yıllarda Türkiye-Suriye ilişkilerinde gözle görülür bir yakınlaşma olduğu gözden kaçmamaktadır. PKK'ya verilen desteğin kesilmesinin arkasındaki bir diğer neden de, PKK'nın Suriye'de bulunan Kürt nüfusu ayaklanmaya kışkırtması yatmaktadır. Türkiye sınırına yakın olan Kamışlı ilçesinde önceki yıl bir futbol maçı sonrasında Kürt gruplarla Suriye güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışma, bu anlamda Suriye için uyarı sinyali niteliği taşımıştır.  
 
İran yönetimi de PKK'nın kendi ülkesindeki Kürt nüfusu ayaklandırma girişimlerinden rahatsız olmuştur. Geçmişte İran topraklarında yer alan PKK kampları kapatılmış ve PKK militanları ile İran kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. Türkiye ve İran makamları terörle mücadele konusunda işbirliğine gitmişlerdir.Bu bağlamda İran, Kandil Dağı'ndaki PKK kamplarına topçu ateşleri açmıştır. İlginç olan husus; Türkiye'nin yıllarca yaptığı uyarılara kulak asmayarak örgüte destek veren bu ülkeler, ABD'nin Irak işgali ile birlikte Türkiye'ye yakınlaşmaya başlamışlardır. Çünkü, Kuzey Irak'taki(de facto) Kürt devleti Türkiye, İran ve Suriye'nin toprak bütünlüklerine yönelik bir tehdit olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.  
 
ABD 11 Eylül 2001 sonrasında, tüm dünyada teröre karşı savaş açmış ve terörü tehdit sıralamasının en üstüne yerleştirmiştir. “Teröre karşı savaş” kapsamında 2002 yılında Afganistan işgal edilmiştir. Uluslararası kamuoyu, 11 Eylül saldırılarının faili olduğu belirtilen El Kaide terör örgütünün merkez üssü konumundaki Afganistan'daki bu harekata karşı olumsuz bir tutum içerisinde olmamıştır. Ayrıca, ABD; “ya bizimlesiniz ya da teröristlerle birlikte” diyerek, başka bir seçenek de bırakmamıştır. Bunun ardından ABD, 11 Eylül saldırısı ile Irak'taki Saddam Rejimi arasında bağlantı kurmaya çalışmışsa da, bu konuda tatmin edici delillere ulaşılamadığından, Kitle İmha Silahları bahane edilerek, 2003 yılında Irak'ın işgali gerçekleştirilmiştir.

 

Irak işgali ile birlikte, Türkiye ve ABD komşu olmuştur. Bu durum Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine yönelik eylemlerinde önemli kısıtlamalar getirmiştir. Ayrıca, bölgeye egemen olan Barzani ve Talabani de ABD himayesine girerek, Türkiye'nin bölgeye ilişkin politikasına hizmet etmekten uzaklaşmış ve hatta Türkiye'ye karşı tavır almışlardır. Bölgede ortaya çıkan (de facto) devlet yapılanması günden güne sağlamlaştırılmaktadır. Bu durum ABD'nin çıkarınadır. Çünkü, Irak'ın geneli değerlendirildiğinde; ABD açısından en istikrarlı bölge Kuzey Irak'tır. ABD yıllardır Ortadoğu için hazırladığı “Kürt Kartını” Irak işgaliyle birlikte kullanmıştır. Bölge ülkelerinin tepkisini azaltmak için, ABD tarafından Irak'ın toprak bütünlüğüne yönelik vurgular yapılsa da; Barzani, Kürt devletinin ilanı için Irak içinde ve dünyada uygun bir siyasal ortamın doğmasını beklemektedir. Yetmiş bin kişiden oluşan Peşmerge güçlerinin bünyesinde bir Özel Kuvvetler Komutanlığı kurulmuş; ABD bu kuvveti teçhiz ederek, eğitmiştir. Üstelik, kurulmakta olan Irak Silahlı Kuvvetleri'nde de Kürt kökenlilere ağırlık verildiği yolunda haberler alınmaktadır.  
 
Türkiye, geçmiş yıllarda terörle mücadele kapsamında, Kuzey Irak'a bir kaç kez geniş kapsamlı sınır ötesi harekat düzenlemiş ve örgüte önemli darbeler indirmiştir. O sıralarda, bölgedeki güç boşluğunun PKK'nın oluşmasına zemin hazırladığı söylenebilirse de, bu boşluk Türkiye'nin askeri müdahalesine izin veren bir ortam oluşturmuştur. Çünkü, Saddam Rejimi, kendisinin müdahale edemediği bu bölgeye yönelik harekatımıza karşı aşırı bir tepki göstermemekteydi. Kaldı ki, Türkiye bu müdahaleler öncesinde Bağdat'ı durumdan sürekli haberdar etmiştir. Bugün bu şartların ortadan kalktığı görülmektedir.  
 
Teröre karşı küresel savaş başlatan ABD, Irak işgalinden itibaren bu yana Kuzey Irak'taki PKK kamplarına göz yummuş, örgütün Bağdat'ta ve Irak'ın diğer kentlerinde “irtibat büroları” açmasına fırsat vermiştir. Türkiye'ye yönelik yoğun saldırılar başladığında; ABD Türkiye'den askeri seçenekler dışında siyasi çareler aramasını istemiştir. Askeri ve sivil makamlarımız ABD'li muhataplarına bu konuyu pek çok defa ilettiklerinde de; terör örgütüne yönelik herhangi bir etkin müdahalede bulunmayarak, bu konuda Türkiye'nin Irak makamlarına müracaat etmesi gerektiğini söylemişlerdir.  
 
Irak topraklarında üslenen teröristler, oradan ülkemize sızarak Güvenlik güçlerimizin vatandaşlarımızın canında kıymaktadır. Bölgenin dağlık coğrafi yapısı nedeniyle, sınır denetimini sağlamak çok zordur ve sızmalar yaşanmaktadır. Terörün asimetrik yapısı, onunla mücadele etmek için komşu ülkelerle azami düzeyde işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Fakat diğer ülkelerin işbirliği yapabilmesi için öncelikle iyi niyet sahibi olmaları gerekmektedir. Maalesef, ABD denetimi altındaki Irak yönetiminden ve özellikle de Barzani ve Talabani'den bu iyi niyeti ummak oldukça zor görülmektedir. Halen, Irak topraklarından Türkiye'ye yönelik saldırılar devam etmekte iken, Irak makamları adeta “üç maymunu” oynamaktadır… Bu durumda, Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan “hot pursuit” (sıcak takip) hakkı doğmaktadır.

Geçen ay, üç askerinin kaçırılmasını gerekçe gösteren İsrail önce Filistin topraklarına, ardından Lübnan'a karadan ve havadan saldırılar düzenlemiş; bunun neticesinde üçte biri masum çocuklar olmak üzere, pek çok sivil hayatını kaybetmiştir. İsrail güçleri (Harp Hukuku'na aykırı olarak) sivil hedeflere de saldırmaktadır. Bütün bunlar olurken, ABD İsrail'i desteklemekte, ABD'li yetkililer teröre karşı savaşta İsrail'in haklı olduğunu beyan etmekte ve dünya kamuoyu yaşanan bu insanlık dışı drama seyirci kalmaktadır.  
 
Türkiye'de ise birbiri ardına Şehit haberleri gelmekte; yüreğimize ateş düşmektedir. Yaşanan sorun doğrudan doğruya Türkiye'nin milli güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneliktir. Çözümü de bellidir. Türkiye sınır ötesi harekat yaparak; terör yuvalarını kurutmak zorundadır. Aksi takdirde, Türkiye sınırları içerisinde verilecek mücadele yarım kalacaktır. Artık, bunun için güçlü bir siyasal kararın verilmesi gerekmektedir. Çünkü, halkımızın sabrı fazlası ile taşmış bulunmaktadır.
 
  Bak Gardeş Bu Gün 138 ziyaretçi (162 klik) Adam Burdaysı  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol